31 Mart 2009 Salı

yazar & mızıka

YAZAR VE MIZIKA
Sararmış yapraklar, yol kenarlarındaki su kanallarını tamamen kapatmış ve ayrı bir hava katmıştı caddeye. Gece karanlık ve oldukça soğuktu. Kül rengi bulutlar son dördünde bulunan ayı örtmekle kalmıyor aynı zamanda gecenin vehmine ayrı bir sır katıyordu. Her şey yalnızlığı yüreğine benimsetmeye yeltenirken sadece yapraklar, birlikteliğin tadını çıkarıyordu şimdilik. Kışa az bir zaman vardı ki pek çok şey hazırlıklarını tamamlamıştı. Boydan boya söğüt ve çınar ağaçlarıyla kaplı bu cadde, soludukça insanın içini açan bir hava dolduruyordu ciğerlere. Orada yürümek adeta bir zevk meselesiydi. Fakat bu gece her nedense topu topu üç beş insan vardı. Buna karşılık yoldan geçen araçların da haddi hesabı yoktu. Anlaşılan bu akşam insanlar arabalarıyla mutlu…
Bu kuru soğukta ve epey geç bir vakitte Aykut da yollardaydı. Yürüyordu, yürüyordu, yürüyordu. Daima mutlu görünen bir mizacı vardı; fakat bu kez farklıydı tıpkı o gece gibi. Kafası dalgındı, çok şey geçiyordu aklından. Belli ki birçok soru işareti vardı zihninde. Düşünmekti onu var eden şey belki de. Edebiyata olan ilgi ve alakası da bu yüzdendi. Ayak uçlarına bakarak yürümeye devam ediyordu. Derken önündeki çöp tenekesini fark etmemiş olacak ki tökezlemesiyle kendine geldi.

12 Mart 2009 Perşembe

bir bilen var mı biz neredeyiz

BİZ NEREDEYİZ?

“Ne Yemen biraz öncemiz diyelim; ne biraz sonramız Meksika”
İsmet Özel mısralarıyla başlıyorum söze. Yazacaklarımın kanıtı olsun diye bekli de. Belki de anlatmak istediğim kısa ve öz vurgulanıyor burada. Biz neredeyiz sizce? Hangi medeniyetin havasını soluyor, hangi medeniyetin hayatını yaşıyoruz? Doğu’da mıyız Batı’da mı? Yoksa Doğu-Batı arasında köprü vazifesi mi görüyoruz? Evet stratejik (coğrafi) olarak öyle ama hayata bakış tarzı olarak bu böyle olmamalı. Yoksa beynimize yerleşen bu arada kalma durumu yüreğimize de mi yerleşti? Eğer öyleyse çok yazık! Tarihimize yazık, inandığımız dinimize yazık, konuştuğumuz dile, anamıza-babamıza-atamıza yazık… Geçirdiğimiz ömre yazık! Eğer aradaysak çok yazık! Biz yokuzdur, tarihte de hiç yaşamamışızdır. Varlığımız menfaat uğrunadır, insanlığa hiçbir fayda sağlayamamışızdır. Hatta bir “hiç” olmuşuzdur, faydayı bırakın zarardan başka bir getirimiz olmuyordur. Biz hiç değiliz ki, biz Osmanlı’yız, biz Müslüman’ız, biz gerçek birer insanız. Biz arada kalanlarda olmamalıyız. Yine İsmet Özel Na’atında: “dönünce bütün gövdesiyle döndü” diyor ve arada kalanlara yazıklığı vurguluyor. Peygamberimiz (s.a.v)’i örnek alıyoruz, almalıyız da. Onun gibi dosdoğru olmalıyız. Bir oradan bir buradan olmamalı, gerektiği gibi yaşamalıyız.
Peki Batı mıyız biz? Kimileri Batı’ya dönse de yüzünü eğer bir kişi bile sırtını dönüyorsa ona, biz Batı da değiliz. Biz yoldan çıkmadık, ahlaki değerlerimizi kaybetmedik, sapıklığa uğramadık… Arada bunları yapan bazı karaktersizler, insan olmanın farkına varamamışlar ve yüzlerine bakılınca insanlığı unutturanlar olsa da yine de biz Batı değiliz. Akif’in güzel tasviri gibi “tek dişi kalmış canavar” da değiliz.
Biz biziz. Yolumuz belli, başımız belli, sonumuz da feci değil. Biz Batı tabiriyle Doğu değiliz, biz İslam’ız. Eğer çok ısrar ederlerse kırmayız onları, evet biz Doğu’yuz. Bizim medeniyetimiz insan medeniyeti. Dünya üzerinde yaşanabilecek tek medeniyet. İnsan eliyle değişmeyen, insanı değiştiren bir medeniyet bizimki. Doğruyu emredenin doğru gördüğü medeniyet. Tarihimizi yaşadığımız, yaşayacağımız bir medeniyet. Doğu Medeniyeti… yani biz…
Biz farkımızı dinlediğimiz müzikle, çizdiğimiz resimle, okuduğumuz kitapla, yazdığımız şiirle, izlediğimiz filmle, giydiğimiz kıyafetle, oturduğumuz evimizle, gittiğimiz köyümüzle, yediğimiz yemekle, kullandığımız eşyayla, saçımızın rengiyle, bize verilen isimlerle… ortaya koyarız. Biz oturuşumuzla, kalkışımızla, evden çıkışımızla, bakışımızla, baktığımızı görüşümüzle, karşıdakini selamlayışımızla, verdiğimiz sözlerle, kullandığımız kelimelerle farklıyız. Biz yüreğimizle farklıyız!
Biz tarihimizi bilir, tarihimizle yaşarız. Dünümüz bugünümüz, bugünümüz yarınımız olur. Biz yarını ve yarından sonrayı da düşünürüz. Biz dünyaya yaşamaya değil, inanmaya gelmişizdir.
Ve Sezai Karakoç’un dediği gibi:
“Biz koşu bittikten sonra da koşan atlarız.”

4 Mart 2009 Çarşamba

adım başı karın kışı

ADIM BAŞI KARIN KIŞI

Sokaklar ıslak ve sert yüzlü
Kaldırımlar beğenmiyor ürkek adımlarımı
Ayakkabım rüzgârdan önce bırakıyor izini
Yürüdükçe bacaklarıma çarpan çanta
Bir ritimle hisli yağan karı bekliyor

Ve ben elleri cebinde bir hayal gibi
Göğün beyaz rengini kara görünce
Yere düşen beyazlara seviniyorum
Bir roman kahramanı kadar pervasız
Issız soğuğu yüreğime yazıyorum

Diyorum acaba bir şiir yazılır mı
Başıma konan aklardan sonra
“Beyazın saltanatı başlıyor her yandan”
Yağmur neyse de kar altında yürümek
Maceram olur mu bembeyaz yollarda

İçinde bulunduğum duyguların
Haddini hesabını bileceğim yok
Şu zamanı tekrar yaşamak için
Bilmem kaç gün beklerim
Bilmem olur mu bir günüm

2 Mart 2009 Pazartesi


DONDURMAM ÇABUK ERİDİ

Bizden bir dondurmacıydı amca
Külahımda vişne, limon, vanilya
Koşamadan yetişecektim sokak sinemasına
Aheste aheste yiyecektim orada
Ama yetişip oturamadım koltuğuma
Dondurmam çabuk eridi can amca

Güneş birden battı limonla
Sıra geldi vişne ile beyaza
Hava sıcaktı, alnımdan terler akınca
O da aktı, tam damlayacakken ayağıma
Bekle dedim ama
Dondurmam çabuk eridi bey amca

Sanmıştım ki hep güzel var hayatta
Vanilya kadar aktı her şey dünyada
Yanılmışım, çok yanılmışım yazık bana
Zaman bile yerinde durmazken bir dakika
Vişnem de aktı bir anda
Dondurmam çabuk eridi be amca

Alışamadım bu karmaşık sokağa
Mor salkımlı evimde ulaştım rahata
Ellerim yapış yapış, girdim banyoya
Kiri temizlemek için muhtaçtım suyla sabuna
Kursağım da kaldı inan
Dondurmana ne oldu be amca!

yaz çıkmazları

YAZ ÇIKMAZLARI

Sevgili Dost,
Demiştim sana: “İnsanoğlu hep böyledir.” diye. Şimdi geldin mi sözüme? Ama dert etme yalnız değilsin…
Düşersin bir çıkmaza sonra düşünür, düşünür, düşünürsün. Bir çözüm bulamazsın belki ama düşün, iyidir, rahatlatır insanı. Birini bulamayınca artık bir şeyler ararsın derdini dinletecek… Duvarlara konuşursun en olmadı. Haykırırsın dağlara taşlara, dağıtırsın etrafı sonradan toplamayı göze almadan bozarsın bütün düzenini. Kimi zaman sabredersin Hz. Eyüp gibi, kimi zaman öfkene hâkim olmak için güçlük çekersin Ömer misali. Bazen Ebu Bekir’in uysallığı çöker üstüne, bazen İbrahim gibi dua edersin Rabb’ine… Bulursun yapacak bir şeyler, her şey olursun; ama bir tek yalnız olmazsın, bilesin.
Koskoca yaz geçti aradan, haklısın dostsuz bıraktım seni. Yalnız olmadığını göstermek istedim yalnız olmayarak. Beni de kimse arayıp sormadı. Birkaç kişi vardı yaşadığımı sanan. Yaşamak artık eskisi gibi değil, can dostum! Her şey ne de çok ve çabuk değişmiş. Alıp başımı gittim bir ara. Bu şehri bensiz, beni de sensiz bırakarak gittim başka diyarlara. Orada da yapamadım ama. Kendimi Yakup Kadri’nin yabanına benzettim. Oysaki aynı mekânda farklı muhteva aranmazdı. Bunu ne ben bildim ne de başkası bildi. Sonra gerisin geriye döndüm buralara. Yine beklemeye başladım belki bir haber gelir birilerinden diye. Ölümden başka pek de haber gelmedi nedense. Öyle zamanlar oldu ki acı habere bile muhtaç kaldık şu âlemde. “Artık ne gelirse gelsin” dedik, gelsin de…
Sevgili Dost,
Anladığım kadarıyla aynı dertten müzdaribiz. Ama boş ver, aldırma. Böyle gelmiş bu dünya böyle gider. Ne yöne gittiği belli olmayan şu gemide cebimize iliştirdiğimiz kırık bir pusulayı ararken elimizdeki sağlam olanı görememişiz. Böyle nereye kadar gideriz, belli değil. Her şey oyuncaklaştı ve herkes kuklalaştı. “İpler kimin elinde peki?” diye sorduğunu duyar gibiyim. Ey dost, bu soruyu soracak en son kişi sensin. Cevabını bildiğin soruları soracağına, ne cevap vereceğin soruları sor kendine. Yanlış anlama, kızmıyorum sana. Can dostum anla beni! Her şeyden işkillenir oldum yine. Zil çalsa korkar oldum kapının ardındakinden, telefon çalsa susar oldum onca söze. Huzuru unuttum artık. Yalvarırım bari sen anla!
Sevgili Dost,
Bazen aklıma geliyor da keşke bir tiyatrocu olsaymışım, diyorum. Başımıza gelecek olanlara hazırlıklı olurduk. Neye nasıl tepki vereceğimizi bilir, ona göre hareket ederdik en azından. Bir tiyatrocu hayatı pek fazla kaale almaz bence. Çünkü her şeyin bir oyun olduğunun farkındadır. Dönen dalavereleri, kurulan oyunları en iyi tiyatrocular bilir. Onlar kadar hayattan olup, onlar gibi hayattan kopuk olmayı nasıl isterdim, bir bilsen… Etiyle kemiğiyle, kanlı-canlı olup aynı zamanda cansızlığın tadını çıkarmak muhteşem olurdu herhalde.
Sevgili Dost,
Ben dönmek üzereyim geldiğim yere. Acele edersen yazmakta, beni bulabilirsin. Ama geç kalırsan da, hiç yazma, seni de bekliyorum gittiğim yere.
Unutma sadece Ahmet Hamdi’nin şiirinde yazlar güzeldir. Ve ancak Yahya Kemal özler hatıralarını yazda:

“Hala doludur bahçeler en tatlı sesinle
Bir gün, bir uzak hatıra özlersen o yazdan.”

Muhabbetle…